Reklamlar
Dünya

Demokrasi

Reklamlar

Demokrasi’yi anlatmaya meşhur bir söz ile başlayalım. Amerikan iç savaşının devam ettiği yıllar…  Amerikan iç savaşın en önemli cephesi yani Gettysburg muharebesi yapılmış, Kuzey Amerika güçleri galip gelmiş ve dönemin ABD Başkanı Abraham Lincoln Demokrasiyi şöyle tanımlıyordu “Government of the people, by the people, for the people” yani “halkın, halk tarafından, halk için yönetimi”…

Bu meşhur konuşmaya  Gettysburg hitabesi  diyoruz.

Demokrasi Nedir?

Demokrasinin etmolojik kökeni eski Yunanca’ya dayanır. Demos : Halk ve Kratos : iktidar kelimelerinin birleşimiyle oluşmuş ve çok basit anlamıyla halkın yönetimi anlamına geliyor. Zaten ilk uygulanış yeri de Atina’ydı. Atina dendiğinde aklınıza bugün ki Yunanistan’ın başkenti Atina gelmesin. Bahsettiğimiz Atina eski Yunan şehir devletlerinden Atina…  Burada demokrasinin uygulamaya geçmesi de milattan önce 5. yüzyıl. Demokrasi bugün bile tartışıldığını göz önünde bulundurursak insanoğlu demokrasiyi aşağı yukarı 2500 yıldır tam olarak hazmedememiş. Demokrasi açısından 2500 yıldır değişen pek bir şey olmamış.

İlk Demokrasi Süreci

Eski Yunanistan site denilen şehir devletlerinden Atina’da devletin vereceği kararlara halk karar veriyordu. Halk dediğimizde aklınıza bugün ki seçim sisteminde olduğu gibi 18 yaşını dolduran herkesten bahsetmiyoruz. Oy hakkı, sadece belli kriterlere sahip olanlarda vardı.  Bu kriterler tabi ki Atinalı olmak, özgür olmak, erkek olmak ve 20 yaşını doldurmuş olmak gerekiyordu. Köle ve Kadınlar oy kullanamazdı. Gerçi bu bahsettiğimiz kriterler 2400 sene boyunca hiç değişmedi. Demokrasi uygulanan ülkelerde kadınların ve kölelerin katılması 20. Yüzyıla kadar hiçbir toplumda gözükmedi.

Demokrasinin Tarihsel Gelişimi

Antik Yunan Demorasisi

Atina Demokrasisi

Daha önce belirttiğimiz gibi Demokrasi ilk defa eski Yunanistan’da uygulanmıştı. Fakat bu demokrasi denemeleri çok kolay olmadı. Demokrasi üzerine hararetli tartışmalar bugün nasıl yapılıyorsa, bundan 2500 yıl öncede Yunanistan’da yapılıyordu. Yunan filozof Sokrates, demokrasinin yanlış ellerde diktatörlüğe dönüşeceğini savunuyordu. Platon’un devlet isimli kitabında Sokrates ve Adeimantos’un tartışması yer almaktadır. Bu tartışmada Sokrates şu unutulmaz cümleyi kurmuştur;

Reklamlar

“Eğer ki deniz yoluyla bir yolculuk yapmak isteseydin, geminin kontrolünün kimde olacağına nasıl karar verilmesini isterdin? Rastgele ve herhangi bir grup insan tarafından mı, yoksa deniz seyahatleri konusunda deneyimli, bilgili ve eğitimli insanlar tarafından mı?”

Reklamlar

Adeimantos’un cevabı: Tabi ki ikincisi!

Sokrates ise şöyle devam eder:

“Peki, bu durumda nasıl olur da, bir ülkedeki yetişkin insanların rastgele ve herhangi bir grubunun bir ülkeyi kimin yöneteceğine karar verebilecek donanımda olduğunu düşünebilmekteyiz?”

Dalga geçmek gibi algılanabilir lakin bu tartışmanın hala devam ettiğine örnek olarak Aysun Kayacı’nın şu cümlesini verebiliriz “benim oyumla bir çobanın oyu eşit mi?”…

Söyleyen kişi medyatik bir manken olduğu için çok tepki almış olmasa da temelde Sokrates, Platon ve Aristoteles ile aşağı yukarı benzer bir görüşü savunurdu. Burada asıl bahsedilen konu tabi ki iki mesleğin karşılaştırması değil, tam aksine eğitimli, vergi ödeyen, aydın birisi ile sadece küçük dünyasında her şeyden habersiz bir iki insanın oylarının eşit olamayacağı bakışıydı.

Sokrates’in öğrencisi Aristoteles’e göre ise bir yönetimde söz sahibi olmak isteyenlerde şu üç özellik olmalıdır. Bunlar erdem, soyluluk ve eğitimdir. Demokrasi ise bu özelliklere sahip olmayan birçok kişinin yönetimde söz sahibi olduğu bir rejimdir. Aristoteles’e göre o dönem ki demokrasi çoğunluğun kötü yönetimidir.

Sokrates’in İdam Edilmesi

Sokrates’in Savunması

Sokrates, yeterli eğitimi almamış insanların elinde demokrasinin bir canavara dönüşeceği konusunu savunmuştur. Kaderin bir oyunu olsa gerek ki Sokrates bu endişelerini de ne kadar yerinde olduğunu görecektir. Sokrates’e karşı Atina gençliğini yozlaştırdığı gerekçesi ile mahkeme kurulur. Bu mahkemenin 500 kişilik bir jürisi vardı. Bu mahkemenin sonucunda yapılan oylamada jürinin %52’si Sokrates’i suçlu bularak, idama mahkûm ederler. Milattan önce 399 yılında baldıran zehri ile idam edilen Sokrates, ne kadar haklı olduğunu çok acı bir şekilde öğrenirken, demokrasilerde bilgisiz ve gerçeklikten uzak kişilerin karar verici olamayacağı tezini idamı ile kanıtlamıştır. Öldükten sonra bile gelecek nesillere bir şeyler öğretmeye devam eden bu büyük bilgeyi saygıyla anıyoruz.

Demagoji Nedir?

Sokrates, Platon ve Aristoteles demokrasi karşıtı değillerdi ancak onlara göre oy kullanmak bir yetenekti ve bu yeteneğe sahip olmak için sistematik bir eğitim alınması şarttı. Rastgele kişilere oy kullandırılması halkın kötü niyetli yöneticiler tarafından manipüle edilerek diktatörlüğe dönüşeceğini demokrasinin yanlış ellerde nasıl kötü sonuçlar doğuracağının farkındaydılar ve buna da demagoji diyoruz.

Demagojiyi daha doğru tanımlamaya çalışırsak; bir topluluğun duygularını okşayarak, kendi tarafına çekme, onları manipüle ederek kendi çıkarları için kullanma diyebiliriz.

Demagog Nedir?

Halkın önyargılarını ve ya cehaletini kullanarak onları laf cambazlığı ile manipüle eden kişilere Demagog ya da halk avcısı diyoruz. Dünya’nın en meşhur demagoglarından biri olarak Alman Diktatörü Adolf Hitler ve onun propaganda bakanı Joseph Goebbels’i gösterebiliriz. Tarihin gördüğü en iyi demagoglardan biri Hitler’dir. Hitler sadece cahil bir kitleyi değil o dönemin en eğitimli halklarından olan Almanların milli hislerini kullanarak iktidarı ele geçirmiştir. Sokrates’in 2500 yıl önce anlatmaya çalıştığı demokrasi yanlış ellerde(demagog) diktatörlüğe dönüşür tezinin en bilindik örneklerindendir.

Demagoji Ustası Adolf Hitler

Aslında Sokrates, Platon ve Aristoteles’in karşı oldukları da tam olarak demagoglardı. Yeterli eğitimi olmayan bir halk demokrasi ile yönetilirse, o toplumu yönetmek için demagoglar ortaya çıkar ve bu demagoglar bir süre sonra diktatörlere dönüşürler.

Roma Döneminde Demokrasi

Antik Yunan çağının mirasçısı olarak Roma imparatorluğu demokratik yönetimi de alıp geliştirmişler ve ortaya o dönemde kullanılan yönetim biçimi ortaya çıkmıştır. Bu yönetime Res Publica yani cumhuriyet diyoruz.

Roma Demokrasisi

Cicero, Res publica’yı ortak iyiye adanmış bir rejim olarak yorumlayarak, “res publica, res populi” ifadesi ile devleti halkın işi olarak açıklamıştır.

Roma da kral devrildikten sonra monarşi, demokrasi ve aristokrasinin bir arada olduğu karma bir rejim ortaya çıkmıştır. Halkın temsilinin yapıldığı meclisler, aristokrasinin temsil edildiği senato ve monarşiyi temsilen bir imparator vardır. Bu farklı yönetim biçimleri birlikte devleti oluşturuyordu. Başlangıçta bu yönetim biçimi Roma’ya büyük güç kazandırsa da imparatorluğun yıkılmasına yakın yıllarda yönetim zafiyeti ve yozlaşmaya neden olmuştu. Roma’da da bazı dönemler gücü elinde bulunduran imparatorlar tüm yönetimi tek elde toplayarak diktatörleşmişlerdir.

Ortaçağ Avrupa’sında Demokrasi

Roma’nın çöküş aşamasında ülkenin zaman zaman diktatörleşmesinden bahsetmiştik. Roma sonrası bu kargaşa döneminde Roma’nın ardılı olan devletlerde bunun etkisini çok uzun yıllar devam etmiştir. Hristiyanlığın da Avrupa’da yaygınlaşması ile artık antik Yunan ve Roma uygarlıkları yerine Vatikan da bulunan papalığın etkisi ile Avrupa devletlerinde Hristiyanlığın katı bir uygulanışını görüyoruz. Demokrasi’nin doğduğu bu coğrafyada artık demokrasi yerine dine dayalı bir yönetim anlayışı olan Teokrasi görmekteyiz.

Bu dönemde sadece bazı küçük şehir devletlerinde yerel yönetim için meclisler kurulmuş olsa da kurumsal bir demokrasiden bahsedemiyoruz. Ortaçağ Avrupa’sında demokrasi adına sadece Magna carta’dan bahsedebiliriz.

Magna Carta Nedir

Magna Carta Avrupa ortaçağ’ın en önemli belgelerinden biridir. Bu anlaşma ile İngiltere kralı sahip olduğu bazı yetkileri halk devrediyordu. Genel tanımı böyle bir kenara bırakırsak, İngiltere Anayasasının temeli olan bu anlaşmanın neden yapıldığını ve dönemin koşullarından biraz bahsedelim.

İngiltere Kralı Richard diğer adıyla Aslan Yürekli Richard aslen bir Fransız dır ama İngiltere’yi yönetmektedir. 3. Haçlı seferinde Selahaddin Eyyubi’ye yenildikten sonra kardeşi tahtı ele geçirir fakat Richard, İngiltere’ye döndüğünde tahtı geri alır. Fakat bu olaydan sonra şansı yine gülmez ve bir antrenmanda paslı bir ok ile vurularak ölür. Yerine kardeşi John diğer adıyla Yurtsuz John geçecektir.

3. Haçlı Seferi Arslan Yürekli Richard ve Selahaddin Eyubi

İngiltere’nin kralı olsalar da İngilizce bilmeyen Richard ve John’un ülkede yabancı krallardı. Halkın büyük çoğunluğu İngilizce konuşuyordu ve yerel derebeyleri aracılığıyla halkı yönetiyorlardı. Richard’ın kimseye danışmadan Kudüs’e gidip Müslümanlarla savaşması halka daha çok vergi yükleneceği anlamına geliyordu. Richard gibi güçlü bir kraldan sonra meşruiyeti şüpheli bir yabancı kralın ülkeyi yönetmesi hiç kolay olmayacaktı ki öylede oldu. Yerel derebeyleri ya da diğer adıyla Baronlar John’a karşı isyan ettiler. Eğer kral olarak kalmak istiyorsa haklarından bazılarını feodal yönetimlere yani baronlara devretmelerini talep ettiler. Bunun üzerine hazırlanmış olan bu belgeye Magna Carta yani büyük anlaşma denmiştir.

Anlattıklarımızdan da anlaşılacağıı üzere kral durup dururken demokrasi ve insan hakları savunucusu kesilmemiş tam aksine tahtta kalabilmek için bazı tavizler vermek zorunda bırakılmış. Burada da gözetilen şey halkın çıkarları değil derebeylerin çıkarlarıdır.  Özetle Magna Carta, kral ile feodal derebeyleri arasında güç paylaşım anlaşmasıdır. Kral bazı yetkilerini, feodal derebeylerine (baron) devretmiştir. Aradan yüz yıllar geçince neden yapıldığını görmezden gelip bize demokrasi nişanı olarak sunulmuştur.

Bu anlaşmada en önemli madde bana göre Kral’ın kafasına göre vergi koyamayacağı ve kamu harcamlarında baronlara danışacağı olsa da modern topluma göre aşağıda ki maddedir.

“Özgür hiç kimse kendi benzerleri tarafından ülke kanunlarına göre yasal bir şekilde muhakeme edilip hüküm giymeden tutuklanmayacak, hapsedilmeyecek, mal ve mülkünden yoksun bırakılmayacak, kanun dışı ilan edilmeyecek, sürgün edilmeyecek veya hangi şekilde olursa olsun zarara uğratılmayacaktır.”

Kral John bu anlaşmanın daha mürekkebi kurumadan pişman olmuş ve Papa’dan destek istemiştir. Fakat bu destek İngiltere’de iç savaşa sebep olmuş ve Kral John ölmüştür. Yerine getirilen 9 yaşındaki oğlu bu anlaşmayı imzalamak zorunda kalmış ve bugün demokrasi belgesi dediğimiz belge ortaya çıkmıştır.

Magna Carta Libertatum’a imza atan Kral John

Magna Carta, Osmanlı devletinde 1808 yılında yapılan Sened-i ittifak sözleşmesine benzer. Bu anlaşma Osmanlı merkezi idaresi ilk defa yerel derebeylerini tanır ve onlara bazı haklar tanır.

Modern Demokrasi

Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi

Bugün ABD olarak bildiğimiz devletin kuruluş bildirisidir. 4 Temmuz 1776 yılında ilan edilmiştir. O dönemlerde Fransızlar ve İngilizler bugün ki ABD’nin batı kıyıları için büyük bir savaşa giriştirler. Savaşın galibi İngiltere olsa da savaş sonucu oluşan masrafların karşılanması için İngilizler halka büyük vergiler getirmişlerdi. Yüksek vergileri ödemek istemeyen koloni liderleri İngiltere’ye karşı bağımsızlık savaşına başlarlar. Fransa’nın da desteği ile 13 koloni birleşerek bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir. O güne kadar hep küçük toplulukların yönetimi olan demokrasi ilk defa bu ölçüde bir topluluğun yönetiminde deneniyordu. Bu demokrasi deneyi başarılı olursa tüm dünyayı etkileyecekti ve öyle de oldu.

Fransız İhtilali ve Etkisi

Amerikan Bağımsızlık Bildirgesinin üzerinden çok geçmeden etkisi Avrupa da yayılmaya başlamıştır. Yine savaş yüzünden oluşan masrafları halka yeni vergiler getirerek çözmeye çalışan devlet adamları yüzünden başlamış bir isyandır. Böylesine köklü bir imparatorluğun kendi halkı tarafından yıkılması yeni Dünya düzenin de en önemli göstergesi olacaktı. Geleneksel imparatorluk düzenlerinde kral mutlak iktidardı. Savaş gibi çok önemli kararları kendi başına alır ve sonucunda oluşacak bedeller halk tarafından ödenirdi. Fransız devrimi artık bu düzenin sona ereceğini, halkların kendi kararlarını kendilerinin vereceği bir Dünya umudu sunmuştur. Fransız devrimden sonra yıllar içerisinde Avrupa’nın tüm imparatorlukları yıkılmıştır.

Fransız İhtilali

Modern Dünya’nın Demokrasiye Geçişi

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra büyük imparatorlukların yıkılması ve ABD’nin büyük başarısı ile demokrasi artık en popüler yönetim biçimine dönüşmüştür. İmparatorlukların ardılları olan devletler cumhuriyet rejimleri ile tanışmışlarsa da bu erken demokrasi süreci Sokrates’in tezine uygun bir biçimde diktatörlüğe evirilmiştir.

Diktatörler Çağı

Halkın daha fazla demokrasi ve özgürlük talepleri ile seçilen liderler bir süre sonra diktatörleşerek Sokrates’i haklı çıkarırken Dünya’yı da felaketlere sürüklüyorlardı. İmparatorlukların ardından kurulan devletlerin çoğunda seçilmiş diktatörler oluştu. Almanya’da Hitler, İtalya’da Musolloni, İspanya’da Franco, Rusya’da Stalin ve diğer küçük devletlerin liderleri demokratik seçimle gelmiş ve hep diktatörlüğe dönüşmüş liderlerdi. Bu diktatörlerin ego savaşları sonunda İkinci Dünya savaşına dönüştü.

Modern Çağ Demokrasisi

İkinci Dünya savaşının galipleri artık tekrar böyle rejimler oluşmaması için çeşitli girişimlerde bulunarak devlet üstü girişimlerle ulusların kaderlerini belirlemeyi amaçlamışlardır. Bu amaçla Birleşmiş Milletleri kurarak barış ve demokrasiye uluslararası güvence getirmişlerdir. Başarısı ne kadar tartışılıyor olsa da insanoğlunun ideal rejim arayışı bitmemiş ve gelişerek devam etmiştir. Sizlerde görüşlerinizi yorum olarak ekleyebilirseniz yazımızı geliştirebiliriz.

Reklamlar

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu